İtilaf devletleri, kendi çıkarları gereği Mondros Ateşkes Anlaşması sonrası güneydeki şehirleri işgale başlamışlardır. İstanbul Hükûmetine yapılan baskılar sonucu bu bölgede bulunan askerî birlikler, Torosların kuzeyine çekilmişti. Bu fırsattan yararlanan Fransızlar, silahlandırarak kendi üniformalarını giydirdikleri Ermenilerin de yardımıyla Adana, Kozan, Osmaniye, Tarsus, Mersin ve Pozantı’yı işgal ettiler. İngilizler de; Antep, Urfa ve Maraş’ı işgal altına aldılar. Fakat bir süre sonra İngiltere ile Fransa arasında yapılan anlaşma gereği bu bölgeler Fransa'ya bırakıldı. Böylece Fransızlar, Adana’nın kuzeybatısındaki Toros geçitlerinden, Fırat Nehri doğusuna kadar uzanan geniş bir alanı işgal altına almış oldular. Bu işgaller ve halka yapılan zulüm karşısında İstanbul Hükûmeti gerekeni yapmayınca, bölge halkı oluşturmuş oldukları Kuvayımilliye birlikleri ile Fransızlarla ve Fransız ordusunda yer alan Ermenilerle, kendi yurtlarını kurtarabilmek için büyük bir mücadeleye girişmişlerdir.
İngilizler, 17 Aralık 1918'de Mondros Ateşkes Anlaşması gereği Antep’i işgal ederek, şehrin ileri gelenlerini tutuklayıp Mısır’a sürgün etmişlerdir. Halkın elindeki silahların toplanıp Ermenilere dağıtılması; İngiliz desteği ile hareket eden Ermenilerin taşkınlıklara ve halka zulmetmeleri üzerine Antep’te büyük bir gerginlik ortaya çıkmıştır. Halk silahlarını teslim etmeyerek, Ermenilere ve İngiliz birliklerine direnmeye başlamıştır. Fransız Başbakanı Clemenceau ile İngiliz Başbakanı Lloyd George arasında, 15 Eylül 1919 tarihinde yapılan anlaşma gereğince, Musul ve civarının tek başına İngilizlere terk edilmesi karşılığında İngilizler, Güneydoğu Anadolu’daki işgal bölgelerini Fransız birliklerine terk etmeye başlamıştır.
29 Ekim 1919'dan itibaren, İngiliz birliklerinin boşalttığı Kilis, Antep, Maraş ve Urfa Fransız işgal kuvvetlerine terk edilmiş; bu kapsamda Fransızlar, 29 Ekim’de 2.000 kişilik bir kuvvetle Ermenilerin sevinç gösterileri arasında Antep’e girmiştir. Antep’i işgal eden Fransızların Ermenilerle iş birliği içinde halka zulmetmesi ve silahtan arındırmaya çalışması üzerine Antepliler, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin Antep şubesini kurarak, Kuvayımilliye birlikleri oluşturmaya başlamışlardır. Bu birliklerin başına Şahin Bey ve Arslan Bey geçerek direnişi başlatmıştır. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa, Yüzbaşı Kılıç Ali Bey komutasında bir askeri müfrezeyi Antep’e göndererek bu direnişe destek sağlamıştır. Gerginliğin artması üzerine, Fransız işgal kuvvetleri komutanı General Gouraud bir beyanname yayınlayarak, asayişin sağlanması için titiz davranılacağını açıklamıştır. Buna rağmen, 5 Kasım 1919 tarihinde Akyol Camii üzerine çekilen Türk bayrağının Ermeniler tarafından indirilmesi gerginliği daha da artırmıştır.
21 Ocak 1920'de, 12 yaşındaki oğluyla caddede yürümekte olan bir Türk kadınına Fransız askerlerince sarkıntılık edilmesi üzerine de eline aldığı taşları askerlere atan çocuğun süngü ile şehit edilmesi, Antep halkını galeyana getirmiştir. Şahin Bey, emrindeki Kuvayımilliye birlikleri ile Antep’teki Fransız birliklerine yardım edilmesini engellemek amacıyla, şehre giren yolları kontrol altına alarak direnişi başlatmıştır. Şehir içinde Fransız kuvvetlerine karşı direniş sürerken, 24 Mart'ta Kilis’ten yardım amacıyla gönderilen bir Fransız birliği, Şahin Bey kuvvetleri tarafından pusu ile engellenmiştir. 26 Mart'ta, Fransızların yaptığı ikinci girişim de başarısızlığa uğramıştır. 28 Mart tarihinde yapılan Fransız taarruzunda Şahin Bey, Elmalı köprüsünü savunurken köprü üzerinde bir mermi ile yaralanmış, ardından Fransız askerlerinin süngüleri ile şehit edilmiştir. Bu haberi alan Anteplilerin direnç gücü daha da artmış ve şehre yardıma gelen Kılıç Ali Bey, Balaban mevkiinde bir Fransız birliğini pusuya düşürerek büyük zayiat verdirmiştir. 1 Nisan'da, bütün Antep halkı şehir içinde ve dışındaki Fransız birliklerine karşı topyekün mücadeleye başlamıştır. Antep içindeki Fransız birliklerine yardım etmek amacıyla 15 Nisan 1920 tarihinde Albay Normand ve komutasında gönderilen birlikler Antep’i kuşatmışlardır. Şehrin sadece birkaç mahallesi Kuvayımilliye birliklerinin kontrolündeydi. Bu bölgeler, Fransız topçusunun ateşi ile büyük hasar görmüş ancak direniş kırılamamıştır. Antep’in bu soylu direnişi çevreden gelen yardımlarla desteklenmiştir. 19 Nisan’da Halfeti ve Birecik’ten, 25 Ağustos'ta Malatya’dan yardıma gelen Kuvayımilliye birlikleri halkın direniş gücüne önemli katkı sağlamıştır. 24 Mayıs'taki gelişigüzel Fransız bombardımanı yüzlerce insanın ölümü ve yaralanmasına neden olmuştur. 9-10 Eylül tarihlerinde, Fransızların yoğun bombardımanı şehri büyük ölçüde tahrip etmiştir. Eylül 1920 ile Şubat 1921 tarihleri arasında, şehirde gıda maddesi sıkıntısı nedeniyle açlık baş göstermesine rağmen, direniş inatla sürdürülmüştür. 6 Şubat 1921'de TBMM tarafından bu şanlı direnişi sürdüren Antep’e 93 sayılı Kanun'la “Gazi” unvanı verilmiştir. Gaziantep, direnişini, 9 Şubat 1921 tarihine kadar sürdürmüş, silah ve mühimmat yokluğu ile açlık yüzünden bu tarihte Fransızlar, şehirde kısmen de olsa kontrolü sağlamışlardır.
Antep’in, Fransız ordusu tarafından kuşatılması yaklaşık 10 ay sürmüş, bu süre içinde Antep halkı büyük yokluklar ve açlık çekerek şanlı direnişini sürdürmüştür. Bu mücadelesiyle “Gazi” unvanını almış ve vatan toprağının korunmasının en güzel örneğini Fransızlarla birlikte tüm dünyaya göstermiştir. Fransızların 20 Ekim 1921'de Ankara Antlaşması’nı imzalayarak Anadolu’daki macerasına son vermesinde Antep direnişinin büyük katkısı olmuştur. Bu anlaşmanın imzalanması sonrası Fransız birlikleri 25 Aralık 1921'de büyük kayıplar vererek 10 ayda zor alabildikleri Antep’i terk etmişlerdir.
Mondros Ateşkes Anlaşması sonrası Maraş, 22 Şubat-1 Kasım 1919 tarihleri arasında İngiliz kuvvetleri tarafından; İngilizlerin çekilmesinden sonra da 29 Ekim 1919 ile 11 Şubat 1920 tarihleri arasında Fransız kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir. Bu işgaller üzerine, Elbistan’da Maraş Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti kurularak çalışmalarına başlamıştır. İngiliz gizli belgelerine göre, 1 Kasım 1919 tarihinde Maraş’ı işgal eden 18.000 kişilik Fransız kuvvetlerinin üçte ikisi Fransız ordusuna alınmış ve bu ordunun üniformasını taşıyan Ermenilerden oluşuyordu. İşgal kuvvetleri Ermenilerin coşkun gösterileri arasında Maraş’a girmiştir.
İşgalin ikinci günü olan 30 Ekim 1919 günü Fransız askerleri arasında bulunan Ermeni lejyonerlerinin Türk kadınlarına yönelik tacizde bulunmaları üzerine asıl ismi Ali olan Sütçü İmam lakabı ile anılan bir Maraşlı, tabancası ile Ermeni lejyonerini öldürmüştür. Daha sonra da izini kaybettirerek Maraş köylerinde gizlenmiştir. Bu olaydan bir süre sonra “Bayrak Olayı” meydana gelmiş ve bardağı taşıran son damla olmuştur. Fransız Yüzbaşısı Andre, 30 Kasım 1919'da kale burcunda ve resmî dairelerde bulunan Türk bayraklarının indirterek yerine Fransız bayraklarını astırmıştır. Bunun üzerine Ulu Cami’de toplanan Maraşlılar kale burcundaki Fransız bayrağını indirmişler ve Hükûmet binasından getirilen Türk bayrağını yeniden kaleye çekmişlerdir. Fransızlar, bu olaya önderlik edenleri halkı isyana teşvik etmek suçuyla tutuklamışlardır. Bu tutuklamaların halkı sindirmek yerine daha da coşturması üzerine, Maraş’a gelen Fransız General Querette halkın önde gelenleriyle görüşme yapmıştır. Mutasarrıf vekili ve birkaç kişi hariç tutukluların büyük bir kısmı serbest bırakılmıştır. Ancak bu da gerginliği ortadan kaldırmamıştır. Maraş halkı ve Maraş’taki Ermeniler her an çatışma çıkması ihtimaline karşı hazırlıklı bekliyorlardı. Fransızlarla yapılan görüşmeler sonucu tutukluların geri kalanlarının serbest bırakılmaması üzerine bu gergin bekleyiş, 21 Ocak 1920 günü silahlı çatışmaya dönüşmüştür. Halk, Arslan Bey, Dr. Mustafa Bey, Yörük Selim ve Evliya Efendi liderliğinde içinde Ermeni lejyonerlerin de yer aldığı Fransız birliklerine karşı silahlı direnişe geçmiştir. Yerli Ermeniler de Fransız birlikleri ile beraber halka saldırılara başlamıştır. Buna karşılık halk, planlı ve kararlı bir tavırla direnmeye başlamıştır.
Fransızların Maraş’ın çevresindeki hakim mevkilere makineli tüfek ve top yerleştirerek, şehri sürekli ateş altına almaları üzerine, sokakları kullanamayan Kuvayımilliye birlikleri evlerin duvarlarına delikler açarak ve evden eve geçerek, gece gündüz savaşarak bölge bölge düşman mevzileri ele geçirmiştir. Fransızlar hiç ummadıkları bir biçimde Kuvayımilliye birlikleri ve kadınlı erkekli halkla savaşmaya başlamıştır. Maraşlıların, düşmanı imha etmek için büyük bir özveriyle evlerini bile yakarak mücadele etmesi, Fransız askerlerin moral gücünü yok etmiştir. Fransız Generali Querette’nin ateşkes teklifine, Fransız askerlerinin kayıtsız şartsız silah ve mühimmatı teslim etmeleri ve Maraş’tan kesin bir biçimde ayrılmaları şartıyla cevap verilmiştir. Fransızlar bu teklife, Türklerin bulunduğu mahalleleri ağır bombardıman altına alarak cevap vermişlerdir. Fransızların bu saldırıları Maraşlıların cesaret ve direnç gücünü daha da artırmıştır.
Maraş’ta silahlı çatışma devam ederken Mustafa Kemal Paşa tarafından, Maraş direnişine destek olmak için gönderilen Yüzbaşı Kılıç Ali Bey, 400 kişilik müfrezesi ile 25 Ocak 1920 tarihinde Maraş’a gelerek düşmanla mücadeleye başlamıştır. 80 kişilik bir Fransız birliğini imha etmiştir. Daha fazla dayanamayacaklarını anlayan Fransızlar, 10 Şubat 1920 tarihinde bir kez daha ateşkes teklif etmişler; Maraşlılar adına Dr. Mustafa Bey ile Fransızlar arasında yapılan görüşme sonrası Fransızlar Maraş’ı terk etmeyi kabul etmişlerdir. Ancak Fransızlar ateşkes şartlarına uymayarak Maraş’ı 48 saat bombardıman ettikten sonra şehirden ayrılmaya başlamışlardır. 11 Şubat günü de bu boşaltma işlemi tamamlanmıştır. Maraş savunması, Ermenilerle desteklenmiş olan Fransız ordusunun tam bir hezimetiyle sonuçlanmıştır. Millî Mücadele’nin başlangıç aşamasında Türk milletinin esaret üzerine kurulu bir çözümü kabul etmeyeceğinin bir delili olarak, işgal altındaki bütün bölgeler için önemli bir örnek oluşturmuştur. Maraş’a gösterdiği bu kahramanlıklardan dolayı TBMM tarafından, 5 Nisan 1925 tarihinde bizzat cephede savaşanlara verilen “Kırmızı şeritli İstiklal Madalyası”, 12 Şubat 1973'te de şehre “Kahraman” unvanı verilerek, adı “Kahramanmaraş” olarak değiştirilmiştir.
Urfa şehri, 24 Mart 1919'da İngilizlerin; 30 Ekim 1919'da da Fransızların işgali ile karşılaşmıştır. Bu sırada, Antep’te de çatışmalar başlamıştır. Urfa’da ise 29 Aralık 1919'da Jandarma Komutanı Yüzbaşı Ali Saip (Ursavaş), Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle düşmanı Urfa’dan atmak için Ocak 1920'de direnişi başlatmıştır. Harekâtın son hazırlıklarını, Diyarbakır’dan yürüten Yüzbaşı Ali Saip Bey 7 Şubat 1920'de, Urfa’daki Fransız komutanlığına bir ültimatom vermiştir. Şehrin 24 saat içinde terk edilmesini istemiş ve birliklerini Karaköprü’ye getirmiştir. 9 Şubat günü Urfa’da çatışmalar başlamıştır. Ermenilerin de desteklediği bir Fransız birliği Gureba Hastahanesi’ni kuşatmıştır.
Namık takma adıyla direnişi organize eden Yüzbaşı Ali Saip Bey, emrindeki birliklerle Fransız kuvvetlerine karşı yoğun bir muharebeye girişmiştir. Türk birliklerinin özverili mücadelesi Fransız kuvvetlerinin bütün direnç gücünü kırmıştır. Fransızlar, 10 Nisan 1920'de önemli kayıplar vererek Urfa’yı terk etmişlerdir. Maraş yenilgisinden sonra, Urfa’da da uğradıkları hezimet, Fransızları ciddi biçimde sarsmıştır. Fransızlar daha sonra Urfa’yı yeniden ele geçirmek istedilerse de 13’üncü Kolordunun savunma önlemleri nedeniyle bu girişimlerinden vazgeçmek zorunda kalmışlardır.
Mondros Ateşkes Anlaşması sonrası 17 Aralık 1918'de çoğu Ermeni lejyonerlerden oluşan Fransız kuvvetleri Adana’yı işgal etmiştir. Fransız ve Ermenilerden oluşan kuvvetlerin 11 Aralık 1918'de Dörtyol’u işgali ve halka zulmetmeye başlaması üzerine Karaköse köylüleri yollara barikatlar kurarak bu kuvvetlere karşı silahlı direnişe geçmiştir. Fransızlar 9 Ocak 1919'da işgal altına aldıkları Adana’da Albay Bremond’u Genel Vali olarak tayin etmişlerdir. Albay Bremond, Adana’da Türk devlet otoritesini tamamen ortadan kaldırmak için, Adana’dan İstanbul’a gidecekleri Fransızlardan yol tezkeresi almaya zorlamış, Adana mahkemelerinin temyiz yeri olarak Beyrut mahkemelerini göstermiş, eğitim dilini Fransızcaya çevirmiş ve Türklerden zorla alınan silahları Ermenilere dağıtmaya başlamıştır. 21 Aralık 1918'de kurulan Kilikyalılar Cemiyeti ise, Fransız işgaline karşı ilk örgütlü mücadeleyi yapmaya başlamış ve çeşitli makamlar ile İstanbul gazetelerine protesto telgrafları göndermiştir. Cemiyet, Topçu Binbaşısı Kemal Bey’i Kilikya Kuvayımilliye Komutanlığına getirmiştir. Adana ve havalisinde teşkilatlanan Kuvayımilliye önderleri içinde, Tufan Bey takma adıyla Yüzbaşı Osman Bey, Saim Bey, müfrezelerle birlikte bir çok çatışmaya katılan Osmaniyeli Rahime Hanım, Paşa lakaplı Köylü Hasan, Yüzbaşı Ali Ratıp, Derviş ve Emin Ağa gibi kahramanlar sayılabilir. Adana ve havalisini işgal eden Fransızlar, orduları içinde yer alan Ermeni lejyonerleri ve yerli Ermenilerin desteği ile Adana halkına zulmetmeye başlamışlardır. Yağma ve cinayetlerle halkın üzerinde büyük bir korku yaratmaya çalışmışlardır. Türk bayrakları yerine Fransız bayrakları çekilmiştir. Bunun üzerine Temmuz 1919'da Adana halkının bir kısmı şehri terk ederek Toroslara sığınmıştır. Fransız ve Ermenilerin bu saldırıları karşısında teşkilatlanan Kuvayımilliye birlikleri, bu kuvvetlerle mücadeleye başlamıştır. Gülek Boğazı’nı elde tutmak için Binbaşı Menil komutasında gönderilen birlikler Pozantı’da kuşatılmıştır. 19 Mayıs 1920'de kuşatma altındaki birliklere takviye olarak gönderilen 5.000 kişilik Fransız kuvveti, küçük bir grup Kuvayımilliyeci tarafından bozguna uğratılmıştır. Takviye alamayacağını anlayan Fransız kuvvetleri, bir yarma hareketiyle kuşatma altından kurtulduysa da Sünedir Boğazı’nda köylüler tarafından pusuya düşürülmüştür. Çok büyük bir askerî güç zannettikleri bir avuç köylüye teslim olmuşlardır.
Urfa, Antep ve Maraş’ta uğranılan hezimet sonrası Fransızlar ve onların kışkırttığı Ermeniler büyük bir umutsuzluk içinde her gün sertleşen bir biçimde Adana halkı ve Kuvayımilliyesi ile mücadele etmeye devam etmişlerdir. Güney Cephesi Muharebeleri sonrası, Fransızlar Türk yurdunda tutunamayacaklarını anlayarak Urfa, Antep ve Maraş’ta bulunan bütün birliklerini Suriye’ye çekmişlerdir. Sakarya Meydan Muharebesi sonrası 20 Ekim 1921'de imzalanan Ankara Antlaşması ile, Güney Cephesi’ndeki savaş durumu sona ermiş, sınır belirlenerek Fransız kuvvetleri tamamen bu sınırın güneyine çekilmiştir. İskenderun (Hatay), her ne kadar Türkiye'nin sınırları içinde yer almasa da Ankara Antlaşması ile sağlanan özel statü, daha sonra İskenderun Sancağı’nın ana vatana katılması sonucunu doğurmuştur. Bu muharebeler sonrası Fransızlar, Türklerin anayurdunda bir çıkar elde edemeyeceklerini anlamışlar; bunun yanı sıra para karşılığı Türk ordusuna silah satarak kısıtlı ikmal olanaklarımızı çeşitlendirmişlerdir. Güney Cephesi muharebelerinin sona ermesiyle burada mücadele eden birliklerimizin bir kısmı Batı Cephesi’ne kaydırılmış ve buradaki birliklerimizin takviyesi sağlanmıştır.